Bambaşka bir rektör
Öncelikle söyleyelim. Bu rektör diğerlerine pek benzemiyor… Kampusta “öğrencilerin annesi” olarak biliniyor. Sabahın 06.00’sında öğrencilerle spor salonuna giriyor, ardından onlarla kahvaltı ediyor ve günü yine onlarla yemek yiyerek noktalıyor. Şile’de sessiz sakin bir hayatı var.
Boğaziçi Üniversitesi Elektrik- Elektronik Mühendisliği’ni tamamladıktan sonra George Mason Üniversitesi’nde doktora, New Jersey Institute of Technology’de akademisyenlik yapan, ABD’nin TÜBİTAK’ı olarak bilinen National Science Foundation’da görev alan bu sıra dışı bilim kadını, şimdiyse Işık Üniversitesi Rektörü. Prof. Dr. Şirin Tekinay’ı yakından tanıyın derim…
Duyduğuma göre 3 yaşınızda tornavidalarla bebekleri, radyoları açarak başlamışsınız…
Şansım çocuklarını merak ettiği her şeye teşvik eden anne ve babam. Küçükken tornavidayla babamın radyosu, annemin ütüsü ne bulsam açıyordum. Bir şey bozmadığım sürece kızmadılar. Her şeyin kapağı sallanıyordu tabii, 3 yaşında bir çocuk tekrar kapatmaya çalışınca… Hep “Eyektiyonikçi olacağım ben” diyordum. Anne ve babam hukukçuydu oysa…
Hukukçu ailenin matematik seven kızlarına tepkileri ne oldu?
Disiplinler arası çalışmayı savunurum. Sayısal-sözel, sanat-teknoloji gibi temaların birbirinden ayrıştırılmasına karşıyım. Rahmetli babam iyi bir hukukçunun iyi bir matematik kafasına sahip olması gerektiğini söylerdi, mantık örgütünü iyi kurabilmek için. Bu yüzden ben sağ beyin, sol beyin, kadın beyni, erkek beyni gibi ayrımlara karşıyım, inanmıyorum. “Rol modeliniz kim?” diye sorduklarında “Leonardo da Vinci” dedim. “Aa! Sanatçı Leonardo değil de mühendis Leonardo’yu seçmişsiniz, ne ilginç” dediler. Oysa ikisi de aynı insan.
‘HER SABAH TATİLDEN DÖNMÜŞ GİBİYİM’
ABD’de uzun yıllar çalışmış bir akademisyen olarak ülkemizdeki ve ABD’deki eğitim sistemini karşılaştırır mısınız?
En başta üniversiteye giriş sistemi tamamen farklı. Mülakatlarda üniversiteler öğrencileri çok yönlü olarak değerlendiriyor. Üniversitelerin misyonları farklı, özerkler… Bu yüzden nasıl öğrenci kabul etmek istediklerine karar veriyor; öğrenciler de nasıl bir üniversiteye gitmek istediklerini iyi biliyorlar. Hatta bazıları küçüklüklerinden itibaren bir üniversiteye hazırlanıyorlar. Bizdeyse çoktan seçmeli testlere tabi tutarak öğrencileri okullara yerleştirmek gibi çok katı bir sistem var. Sayısal-sözel diye çocukları 17 yaşında gruplara ayırıyoruz. Bir de bizde her şey çok merkezi ve tektipçi. Bu değişecek diye umuyoruz.
Şile kampusundaki yaşamınızdan bahseder misiniz?
Öğrencilerle iç içe, sakin bir hayatınız varmış… Yemyeşil tepelerin arkasından güneş doğarken sabah 05.00’te uyanıyorum. 06.00’da spor salonu açılıyor. Beraber çalıştığım bir grup öğrencim var. Sonra kahvaltıya gidiyorum. 08.30-09.00’da ofisime gittiğim zaman deniz kıyısında bir tatil yapar da ilk gün işe dönersiniz ya işte ben her gün işe öyle başlıyorum. Akşam da oradaki lojmanımda kaldığım için yemeği yine öğrencilerimle yemeyi çok seviyorum. Dertleşiyoruz, dedikodu yapıyoruz. Kocaman bir aile gibiyiz.
‘196 ÜNİVERSİTENİN SADECE 12’SİNİN REKTÖRÜ KADIN’
Kadın rektör sayısı neden az? Dünyada da durum Türkiye’deki kadar iç karartıcı mı?
Dünyadaki durum benzer… Yüksek öğretimde kadın öğretim üyesi sayısı tatmin edici ama rütbelerine ve ileri kademelerdeki maaş dağılımına baktığımızda dünyanın her yerinde farklılaşma var. Yönetim düzeyinde de yukarı kademelere çıktığınızda kadın sayısında azalma var. Mühendislik hele.. Erkek dominasyonunda. 196 üniversitenin sadece 12’sinin rektörü kadın. ABD’de kadınlara yönelik üniversite yönetimi kursu aldım. Öyle bir şey bizde yok.
Haberlerimizde çoğu zaman yurtdışı araştırmaları kullanmak durumunda kalıyoruz. Sizce Türkiye’de neden araştırma sayısı daha az?
Bir kere araştırmaya yatırım yapmak lazım… Herkesi analitik düşünmeye teşvik ederek büyütmeli. Bırakın çocuklar zamanında yanılsınlar. İyi fikirlerin arkasında binlerce başarısızlığa uğramış deney yok mudur? Lisans üzerine gelen öğrenci bir anda araştırmacı ruha bürünemiyor. Buraya gelene kadar öğreten kişi ve sürekli not alan kişi profilleri var. Yurtdışında araştırma merkezlerinde altyapı daha sağlam, laboratuvar performans degerlendirmelerinde memur kafası da yok…
‘ROBOTLAR İNSAN YERİNE GEÇEMEYECEK’
Teknolojiyle ilgili çocukluğunuzdan beri hayal ettiklerinizden ne kadarı gerçek oldu?
Teknoloji yerli yerinde ama hâlâ tam anlamıyla uygulanamıyor. Şu elimizdeki bilgisayarlardan kopsak da tamamen akıllı ortamlarda olsak mesela… İnternete erişmeye çalışmak yerine konuşan kişinin hologramını görsek ne iyi olur. Bu hayalimin gerçek olması da yakındır.
Robotlar bir gün insanın yerine geçebilecek mi dersiniz?
Robotlar hiçbir zaman insanın yerine geçemeyecek. Bilişsel düşünce yapay zekâyla çalışan aletlere, robotlara istediğiniz kadar yüklensin, onu düşünen yine insan. İnsanların sadece vasıfsız işlerinin yerine geçebilir.
21. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ SORUNU
“Dünya tarihinde ilk defa 2008’de dünya nüfusunun yarısı şehirlerde yaşamaya başladı ve o günden bu yana sürekli artış gösteriyor. Avrupa’da nüfusun yüzde 80’i şehirlerde yaşıyor. Gezegene baktığımızda yaşanılabilir alanın yüzde 3’ünden azına dünya nüfusu sıkıştırılmış durumda. O alanlar için korkunç bir sorun yumağı. Gezegenin kurtulması için enerji, çevre, ekonomi, altyapı sorunlarını şehir mühendisliği çözmeli. Bu bence 21. yüzyılın en önemli sorunu.”
‘BİREYSEL ÜRETİMİN ÖNÜ AÇILMALI’
“NASA, ‘Yedek parçaları uzay üssüne götürmek ağır ve pahalı olacağından onun yerine 3 boyutlu yazıcı götürelim. Bunun içinde bilgisayarın belleğinde parçaların bütün tasarımları olsun, gereken şeyleri üretsin’ dedi ve ortaya bir fikir çıktı. Bir şeyden sadece bir tane üretmek gerekebilir. Dolayısıyla bir şeyden bir tane lazımsa daha ucuza ve kısa sürede bir tane üretmek mümkün olmalı. Yerel ve bireysel üretimin önü açılmalı. Anadolu’dan bir teyze aklına gelen fikri en yakın fabrikasyon laboratuvarına götürdüğünde üretim mümkün olursa işin matematiği tamamen değişir.
Kaynak: Habertürk